“Barış Vakfı bugün İstanbul’da “Çözüm Süreçleri ve STK’lar Çalıştayı’ düzenledi. Çaşıltaya Ankara, Diyarbakır ve İstanbul’da 35’in üzerinde sivil toplum temsilcisi, farklı üniversitelerden çok sayıda akademisyen ve konunun uzmanı katıldı.
Çalıştayın Açılış konuşması Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz yaptı. Açılış konuşmasının tam metni aşağıdadır.”
Sayın konuklar, değerli dostlar, basın emekçisi arkadaşlar. Barış Vakfı adına hoş geldiniz diyor, verimli bir çalışma olmasını diliyoruz.
Bugün burada bulunmamızın nedeni olan tam bir yıl önce başlattığımız çalışmamız hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.
Barış veya çatışma çözümü üzerine son yıllarda yakaladığımız önemli fırsatların başında gelen ve en kıymetlisi olan 2013-2015 Çözüm Sürecidir. Bu sürecin başarısız olmasının nedeni; kim veya kimler tarafından, neden ve nasıl akamete uğradığı gibi konular üzerine iki yıldır çok tartışıldı, yazıldı. Hemen hemen söylenmedik söz kalmadı.
Barış Vakfı’nın kuruluşundan sonraki ilk çalışması da bu konuda oldu. Cuma Çiçek ve Vahap Coşkun arkadaşlarımız “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci; Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” başlıklı bir rapor hazırladılar.
Savaşın, çatışmanın derinleşip yaygınlaştığı ve sınırlarımızın ötesine ulaştığı 2017 yılında Çözüm Süreci’nde sivil toplum kurumlarının kapasitesini analiz etmeye, yetersizliklerini ve sorunları belirlemeye yönelik bir çalışmaya ihtiyaç duyduk. Bu amaçla çatışma çözümü üzerine çalışan sivil toplum kurumlarının muhasebelerini yapmalarını sağlayacak bir zemin oluşturmak istedik.
Amacımız çözüm masasının yeniden kurulması sürecinde sivil toplum kurumlarının sorumluluklarını doğru ve etkin bir biçimde yerine getirmelerine katkı sunmak, bir anlamda çözüm sürecine kendimizi hazırlamak, siyasal taraflara gerçekleşebilir, ”makulü mümkünde” arayan önerilerde bulunmaktır.
Bir yıl önce bu çalışmayı başlattığımızda oldukça zor bir süreç içerisindeydik. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında büyük bir dalga kıran yaşandı. Ancak bu derece hızlı ve büyük bir kötüleşmenin yaşanabileceği öngörülemezdi, doğal olarak biz de öngöremedik.
Raporu 2017 yılının son ayında yayınladığımızda birçok kişi ve kurum “siz ne barışında söz ediyorsunuz” sorusunu sordu. Bugün buna benzer sorular daha da çoğaldı. Kılıçlar çekilmiş, dört koldan savaş hali hâkim bir ülkede bu soruları anlamak durumundayız. Bizim çalışmamızı anlamlı kılan tam da bu anlama hali olsa gerek.
Bugün neredeyse barışı hayal dahi edemez bir noktadayız. Barışı savunmak, savaşa karşı çıkmak fiilen suç ve yargı konusu oldu. Afrin’e yönelik askeri ve siyasi operasyonu, sosyal medyada eleştirdiği veya karşı çıktığı için tutuklanan, suçlanan insanların, aydınların, sivil toplum örgütlerinin olduğu bir ülke haline geldik. İki gün sonra 4 aydır tutuklu olan denetim kurulu üyemiz, gazeteci İshak Karakaş bu konuda yaptığı bir sosyal medya paylaşım nedeniyle Çağlayan adliyesinde hâkim karşısına çıkacak. Yine, kurucularımızda iş insanı Osman Kavala’nın, yanı sıra 78’liler girişimi sözcüsü Celalettin Can ve profesör Onur Hamzaoğlu gibi yüzlerce insanımız aylardır hukuksuz bir biçimde tutuklu bulunuyorlar. Barış konusunda toplumda ciddi bir düşünsel kırılma yaşanıyor. Kırılma karşısında barış fikrini canlı tutmak; barış arayışını sürdürmek ve çabalarımızı ortaklaştırmak için bu toplantıyı düzenledik.
Toplantıyı planladığımızda Türkiye’nin en kritik seçimleri olan 24 Haziran seçimleri gündemde değildi. Hatta erken seçimden dahi söz edilmesinden pek haz edilmiyordu. Bugünlerde ise seçimlerle yatıp, seçimlerle kalktığımız, siyasette ayrımcı, düşmanlaştırıcı söylem ve pratiklerin yaygınlaştığı bir dönemde barış konuşmak, çözüme yol aramak fazlasıyla önem ve risk arz ediyor. Fakat, barış her zaman risk alabilenlerin eseri olmuştur.
Her açıdan tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Seçimlerden sonra nasıl bir süreç gelişir bilemeyiz. Türkiye’de her şey her an olabiliyor. Bugünkü siyasal ortam daha da ağırlaşabileceği gibi tam tersine normalleşmede yaşanabilir. Yani barışa/çözüme kapı aralanan bir süreç de gelişebilir. Biz barış için çaba gösterenler sürece , son yıllarda yaşadıklarımızın son bulması doğrultusunda müdahil olmalıyız. Seçimlerde de tavrımızı buna göre belirlemeliyiz.
Bunun için de bugün burada tartışmak istediğimiz konu önem arz ediyor. İlk oturumda hazırlanan raporu geliştirip güçlendirmemiz ve sorunlarımızın çözüm yollarını mümkün olduğunca berraklaştırmamız gerek. İkinci oturumda ise siyasi aktörlerin, tarafların tutum, yaklaşım ve anlayışlarından bağımsız bir biçimde çatışma çözümü üzerine çalışan sivil toplum kurumları, akademisyenler ve aktivistler olarak etkili, yetkin ve sonuç alıcı çalışmalara nasıl yoğunlaşabiliriz, aramızdaki işbirliğini nasıl geliştirebiliriz, bilgi paylaşımını nasıl güçlendirebiliriz gibi sorulara yanıt bulmaya çalışacağız. Bu kapsamda “Çatışma çözümü üzerine çalışanlar ağını nasıl oluşturabiliriz, tartışmalıyız.
Bütün bunlar aynı zamanda barışa yeni bir yol bulma veya yeni bir yol açma arayışı olarak gelişmelidir. İnsanlarımızın büyük çoğunlukla barışı, çözümü konuşmaktan çeşitli nedenlerle kaçındığı veya bunda siyasi bir fayda görmediği bir süreçte barış fikrini unutturmamanın kendisi çok kıymetli bir çabadır. Böylesine bir çabanın tarafları barış ve çözüm yoluna girmeleri konusunda teşvik edici olacağından hiç kuşkumuz yok. Geleceğimize umutla bakabilmeyi becerdiğimizde başarma şansımız da doğar.
Buna her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğu günlerden geçiyoruz. Bölgemizde bütün taşlar yerinden oynadı. Büyük oyun kurucularının planları birbiriyle çatışıyor. Bizler barışın yolunu inşa edemediğimiz müddetçe, bunlar arasındaki çatışmadan en fazla siyasal, sosyal ve toplumsal daha fazla zarar görmeye devam ederiz.
Çözüm sürecini ilerletememenin bedelini bugün ağır bir biçimde ödüyoruz. Kürt sorunu sınırlarımızın ötesine taşındı, bölgesel bir soruna dönüştü. Çözüm de çok taraflı, çok aktörlü ve karmaşık bir hal aldı. Bu durum bize zamanı iyi kullanmamız gerektiğini gösteriyor. Şiddetin, çatışmanın ve kopuş duygusunun en güçlü olduğu anda bile, insanlarımızın, tarafların yüzlerini barışa dönmeleri için çok şey yapabiliriz, yapmalıyız.
Barış Vakfı önümüzdeki dönem bu türden çalışmalarda yoğunlaşmayı planlıyor. Yakın bir zamanda bu proje kapsamında saha çalışması yapamadığımız Malatya, Mersin’de sivil toplum örgütleriyle toplantı yaptık. İzmir’de aynı gündemle bir toplantı yapmayı düşündük ancak DİTAM’dan arkadaşlar aynı konuda bir toplantı yaptıkları için biz yapmadık. Sağ olsunlar, bu süreçte yine Diyarbakır’daki ve Van’daki toplantılarında aynı konuda iki otorum yaparak işimizi kolaylaştırdılar.
Önümüzdeki dönemde potansiyeli olan diğer illerde de farklı çevrelerden sivil toplum kurumlarıyla bir araya gelmeye, görüş alışverişinde bulunmaya devam edeceğiz. Aynı konuda bugünkü gibi bir toplantıyı da farklı ülkelerden, farklı deneyimlere sahip sivil toplum temsilcileriyle yapmayı düşünüyoruz.
Barış gibi çok zor bir işi başarmamız için hepimizin donanımımızı ve kapasitemizi artırmamız gerektiriyor. Bunu biraz sonra Cuma arkadaşımızın yapacağı sunumda daha net göreceğiz. Diyalog ve müzakere yönteminin, sorunları kalıcı olarak çözmenin biricik yolu olduğunu herkese hatırlatmalıyız. Bugün bunu yapmaktan her hangi bir nedenle imtina etmek, bizi kendimize ve barışa yabancılaştırır.
Barış Vakfı olarak burada bulunan ve bulunmayan ülke insanımızın çok önemli bir kesiminin bizimle aynı düşünce ve duygu içinde olduğundan eminiz. Mesele, bu barış duygusunu paylaşanlar olarak toplumdaçoğunluk olamayışımızda. Çatışmaya ve savaşa son veren, barışı inşa eden, toplumlardır. Toplumun rızasını alamamış hiçbir siyasi irade, savaşı ve çatışmayı sürdüremez.
Bu duygu ve düşüncelerle tekrar hoş geldiniz diyor, başarılı bir çalışma diliyorum.
Konuşmanın .doc versiyonunu buradan indirebilirsiniz.
Bu araştırma, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) Kürt meselesinde çatışmaların sonlanması ve toplumsal barışın inşasına dönük pozisyonlarını ve kapasitelerini analiz etmeyi, olası bir müzakere ve uzlaşı süreci için hem sivil topluma hem de siyasi aktörlere dönük politika önerilerini belirlemeyi amaçlıyor. Bu kapsamda, 2013-2015 Çözüm Süreci’nde STK’ların çatışma çözümü ve toplumsal barış inşasına dair çalışmalarının muhasebesini yapıyor. Hem başarısızlıkla sonuçlanan Çözüm Süreci’nde hem de olası bir müzakere sürecinde STK’ların yerini ve rolünü, yine STK’ların gözüyle analiz ediyor. Araştırma yöntemi olarak nitel araştırma tekniği kullanıldı. 15 Mayıs – 30 Temmuz 2017 tarihleri arasında Diyarbakır, Van, İstanbul ve Ankara şehirlerinde bulunan toplam 45 STK ve üç uzmanla yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme yapıldı.
Çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası konusunda yapılan çalışmalar STK’ların bu tür süreçlerde önemli roller oynayabileceğini gösteriyor. Çoğu vakada siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, mekânsal alanlar başta olmak üzere birçok sahada dikkate değer yıkımlara neden olan çatışmaların sonlanması ve toplumsal barışın yeniden tesis edilmesi tek başına çatışan taraflar arasındaki müzakereler ile sağlanamayacak kadar zordur. Bu anlamda, toplumsal barışın yeniden tesisi çok düzeyli ve çok aktörlü bir toplumsal ilişkilenmeyi, müzakereyi ve helalleşmeyi gerektiriyor. Toplumsal uzlaşı inşasında STK’ların rolleri üzerine yapılan çalışmalar bu örgütlerin yedi işlevinin altını çiziyor: (1) vatandaşların korunması, (2) izleme ve hesap verebilirlik, (3) savunuculuk ve kamusal iletişim, (4) grup içi sosyalleşme ve barış kültürü, (5) çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik, (6) arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık ve (7) doğrudan hizmet sağlama/sunma.
Türkiye’de sivil toplum alanının sınırlılığı ve sivil toplum aktörlerinin zayıflığı konusunda katılımcıların çoğunda ortak bir görüş var. Sivil toplumun Kürt meselesine mesafeli olması, “güçlü devlet, zayıf sivil toplum” geleneği, STK’lar arası siyasi kutuplaşmalar ve sivil toplum gettoları, STK’lar arası bölgesel yarılma, kurumsal deneyim eksikliği, kurum içi demokratik değerlerin ve karar süreçlerinin yeterince gelişmemiş olması altı çizilen temel sorunlar. Türkiye’de sivil toplum alanında ilk hareketlenmelerin özellikle 1990’lı yıllarda ortaya çıktığı görülüyor. 2000’li yıllar sivil toplumun alanının genişlediği ve STK faaliyetlerinde dikkate değer canlanmanın olduğu dönem olarak not edilebilir. Tüm sınırlarına rağmen 1990’lı yıllardan bu yana sivil toplum alanında gösterilen çabalar Türkiye’de göz ardı edilemez bir birikim oluşturdu. İnsan hakları ekseninde gelişen izleme, hesap verebilirlik ve buna dayanarak gelişen kamusal iletişim ve savunuculuk ile kadın-erkek eşitsizliği ve toplumsal cinsiyet alanında ortaya çıkan sosyo-politik mobilizasyonlar çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası alanında dikkate değer birikimin oluşturduğu temel iki alanı oluşturuyor.
2013-2015 Çözüm Süreci’nde STK’ların sınırlı düzeyde yer aldıkları görülüyor. STK’ların çoğunlukla Çözüm Süreci’nde esas olarak AK Parti hükümeti ve ana-akım Kürt Hareketini merkeze alan lobicilik ve savunuculuk faaliyetlerine odaklandılar. Bunun yanı sıra, arabuluculuk ile Kürt meselesinin kamusal alanda tartışılması barış kültürünün yaygınlaştırılması çalışmaları da kısmi olarak Çözüm Süreci’nde yapıldı. Kürt meselesinin kapsamı ve zorluğu dikkate alındığında, yukarıda özetlenen çalışmalar STK’ların Çözüm Süreci’ne katılımının ve katkısının oldukça sınırlı olduğunu gösteriyor. “Barışın toplumsallaştırılması”, “barışın yerelleştirilmesi”, farklı toplumsal grupların birlikteliğine odaklı çalışmalarla siyasal ve bölgesel gettoların aşılması STK’ların altını çizdikleri “eksik kalan” ya da “yapılamayan” işleri oluşturuyor.
STK’ların Çözüm Süreci’ne sınırlı katkısı konusunda STK temsilcileri bir yandan sürecin taraflarından kaynaklı sorunlarına işaret ederken, bir yandan da sivil toplumun kendisinden kaynaklı sorunların altını çiziyorlar. Tarafların STK’ları sürece katmaması, sivil toplumla kurulan temasların çoğu durumda “usulen” yapılması, sürecin kamusal denetime olanak tanımayacak ölçüde kapalı olması, STK’ların taraf olmaya zorlanması devlet ve AK Parti hükümeti ile ana-akım Kürt Hareketinden kaynaklı temel sorunlar olarak not ediliyor. Öte yandan, sivil toplumun siyasal angajmanları ve tarafgirliği, güçlü toplumsal ilişkilerden ve destekten yoksunluk, çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası için hazırlık yapmama, büyük ölçekli ve ülke genelinde etkin STK’ların sürece destek sunmaması, CHP ve etkisindeki STK’ların sürece mesafeli yaklaşması ve son olarak sürece zarar vermeme kaygısıyla inisiyatif geliştirmeme sivil toplumun kendisinden kaynaklı temel sorunları oluşturuyor.
Sivil toplum aktörlerinin Kürt meselesinin siyasi çözümü ve toplumsal barış inşasına katkısını tek başına AK Parti hükümeti ile ana-akım Kürt Hareketinin tutumu ya da bu aktörlerin kendi kurumsal çabaları belirlemiyor. Bu çabalar kadar STK’ların kurumsal ortaklıkları da önem arz ediyor. Saha araştırması bulguları dikkate alındığında STK-STK ilişkisine dair üç ana hususun altı çizilebilir. Bunlardan ilki, STK’lar arası siyasi/ideolojik ayrışmadır. İkinci olarak, STK’lar arası işbirliklerinin büyük oranda sektörel/konu bazlı olduğu, sektörler/konular arası, birbirini bütünleyen çalışmaların sınırlı olduğu görülüyor. Üçüncü olarak, STK’lar arası bölgesel bir ayrışmanın olduğu gözlemleniyor. Çözüm Süreci’nde Türkiye genelinde köprüler kurmaya dönük kimi girişimlerin olsa da bu girişimlerin sınırlı kaldı ve dikkate değer sonuçlar üretmeden dağıldılar.
STK-siyaset ilişkileri bağlamında, toplumsal alanda yaşanan siyasi kutuplaşmaya paralel olarak STK camiasında da sert bir siyasi kutuplaşma yaşandığı ve sınırlı girişimler dışında STK’ların kendi “siyasi mahallelerinde” kalmayı tercih ettikleri gözlemlenmiştir. Saha araştırması verilerine göre, birçok STK Çözüm Süreci’nde siyasi aktörlere rahatlıkla ve sıklıkla erişmiş ve diyalog geliştirmiştir. Bununla birlikte, diyalog kurmakta yaşanan bu rahatlık Türkiye’de sivil toplum ile siyaset alanı arasında güçlü bir müzakere ve işbirliğinin olduğunu değil, büyük oranda STK-siyaset ilişkisinin “fonksiyonel güç-birliğine” dayandığını gösteriyor. Daha açık bir ifadeyle, benzer motivasyonlarla hareket eden aktörler farklı sahalarda birbirini besleyen işlevler görüyorlar.
Kürt meselesinin siyasi çözümü ve toplumsal barış inşası konusunda STK-akademi ilişkisi, Çözüm Süreci’nde dikkate değer bir canlanma olmakla birlikte, kurumsal anlamda göz ardı edilebilecek düzeydedir. Buna karşın, özellikle bireysel olarak konuya ilgi duyan ve çalışma yürüten akademisyenlerle STK’lar arasında dikkate değer düzeyde bir ortaklığın inşa edildiği görülüyor. Çok zayıf STK-akademi ilişkisine rağmen, öte yandan, Kürt meselesinin çözümü konusunda üniversitelerin çok kritik roller oynayabileceği konusunda neredeyse tüm katılımcılar hemfikirler.
STK-medya ilişkileri alanında, katılımcıların çoğu sivil toplum alanı üzerinde olduğu gibi medya alanı üzerinde de bir devlet ve siyasi iktidar
hâkimiyeti olduğunu belirtiyorlar. Bu hakimiyet ilişkisinden dolayı sivil toplum gibi ana-akım medya da devlet-eksenli, devlet-merkezlidir. Dolayısıyla medya Kürt meselesi konusunda devletin aldığı pozisyona göre konumlanıyorlar. Çözüm Süreci boyunca AK Parti hükümeti meseleyi siyasi zemine çektiği ve ilk kez göreceli olarak kamuoyuna açık bir süreç izlediği için medya da bu süreci genel olarak destekledi. Çözüm Süreci’ni destekleyen ana-akım medya bu konuda çalışma yapan STK’lara da belli düzeyde alan açtı. Bununla birlikte AK Parti hükümetinin sürece dönük olumsuz bir tavır almasıyla birlikte medya da bu değişime ayak uydurarak konumunu yeniledi. Özellikle 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrası ana-akım medyanın büyük bir çoğunluğu hükümetin denetimine ve yörüngesine girdi.
Kürt meselesinin siyasi çözümüne dönük bir müzakere ve uzlaşı sürecinin yeniden başlayacağı konusunda STK’lar arasında genel bir kabul var. Çoğu katılımcı masa dışında bir seçeneğin olmadığının altını çiziyor. Bununla birlikte katılımcılar mevcut koşullar dikkate alındığında yeni bir müzakere ve uzlaşı sürecinin kısa vadede başlamasının zor olduğunu ileri sürüyorlar. Bu konuda sıklıkla hatırlatılan tarih ya da dönüm noktası 2019 seçimleri. Buna göre, seçimle birlikte Türkiye’de siyasi türbülans bitebilir. Kürt meselesi hem bu siyasi türbülansın sonlandırılmasında bir işlev görebilir hem de siyasi türbülansın sona ermesinden sonra tekrar müzakere ve uzlaşı bağlamında gündeme gelebilir. Bazı katılımcılar yeni bir süreç için esas olarak siyasi aktörlerin rolünün altını çizerken, bazıları ise siyasi aktörlerden ziyade sivil toplum aktörlerinin rol alması gerektiğini belirtiyor.
Mevcut engeller ve fırsatlar dikkate alınarak olası bir müzakere ve uzlaşı sürecinde STK’ların yapabilecekleri konusunda katılımcılar farklı öneriler sunuyorlar. STK’ların yapabilecekleri konusunda katılımcıların sunduğu öneriler çatışma çözümü ve barış inşasında STK’ların yedi işlevi baz alınarak sınıflandırıldığında, en fazla öne çıkan işlevler sırasıyla şunlardır: “savunuculuk ve kamusal iletişim”, “çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik”, “arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık”, “grup içi sosyalleşme ve barış kültürü”, “izleme ve hesap verebilirlik” ve “doğrudan hizmet sunumu”. Sivil toplumun yedi işlevi içerisinde olan “vatandaşların korunması” işlevini STK’ların kritik bir alan olarak değerlendirmediği görülüyor.